Lorem ipsum dolor sit amet

  • ANASAYFA
  • HAYATI
    • KISA ÖZGEÇMİŞ
    • AKADEMİK ÖZGEÇMİŞ
    • ACADEMIC BACKGROUND
  • SİYASİ ÇALIŞMALAR
    • GENEL KURUL ÇALIŞMALARI
    • ÖNERGELER
    • HALKLA VE SİVİL TOPLUMLA BULUŞMALAR
  • MEDYA ARŞİVİ
    • TBMM GENEL KURUL ARŞİVİ
  • GALERİ
    • SİYASET
    • İŞ DÜNYASI
    • ESKİ GÜNLER
  • SOSYAL MEDYA
    • FACEBOOK
    • TWITTER
    • INSTAGRAM
  • İLETİŞİM
  • Anasayfa
  • /
  • Genel
  • /
  • 27.10.2020 tarihli PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU

27.10.2020 tarihli PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU

27 Ekim 2020 Abdüllatif Şener Comments off Genel

ABDÜLLATİF ŞENER (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Hükûmetin değerli temsilcisi Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, değerli bürokratlar; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
    Tabii, bütçenin bu ilk müzakere gününde sinirlerin gerilmesi normaldir ama sakin olmaya da ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Türkiye zor bir dönemden geçiyor; bu zor dönemde duygularımızı bir tarafa bırakıp aklıselimle düşünmeye, doğru kararların oluşmasında birlikte çaba harcamaya ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Burada siyasi çıkarları da ön plana almaktan vazgeçmeliyiz; ülkenin menfaatlerini, Türkiye’nin geleceğini ne yaparsak daha olumlu etkileriz, bunun arayışı içerisinde olmalıyız diye düşünüyorum. Bu açıdan da bütçeler önemlidir. Bütçeler vasıtasıyla Hükûmet, millî gelirden topladığı paraları harcar, ülkenin yıllık cari ihtiyaçlarını karşıladığı gibi uzun vadeli, Türkiye’nin ihtiyaçlarına uygun bir stratejiyi belirler ve ona göre adımlarını atar.
    “Küreselleşme” dediğimiz olgu nedeniyle dünya korkunç bir yarışın içerisine girmiştir. Bu yarışta bu ülkede yaşayan her birey sadece aynı okullarda okudukları öğrencilerle, aynı iş kolunda çalışan diğer rakip firmalarla değil, tüm dünyayla rekabet ediyor; hem gençlerimiz, öğrencilerimiz dünyanın dört bir tarafındaki yaşıtlarıyla rekabet ediyor hem firmalarımız dünyanın dört bir tarafındaki benzer, aynı ürünleri üreten firmalarla rekabet ediyor ve yarışıyor.
    Bu “küreselleşme” dediğimiz şey öyle bir olgu ki eğer dünyanın en ucuz ve en kaliteli malını üretmiyorsanız fabrikanızın bulunduğu mahalleye bile mal satamazsınız. Dünyanın binlerce kilometre ötesindeki bir firmanın ürettiği daha ucuz veya daha kaliteli mallar gelir, sizin fabrikanızın bulunduğu mahalledeki pazarı kapatır; onun için, iyi olmak yetmez. Şu dünya atmosferinde bir iktidar “Bak, benim dönem ne kadar iyi. On sene önce şu vardı, yirmi sene önce bu vardı, şimdi bunlar var. Türkiye çok iyi idare ediliyor.” diyemez. Artık iyiyi bulmak da yetmiyor. Dünyayla rekabet demek en iyiyi bulma zorunluluğu demektir. En iyiyi yakalamadığınız takdirde geleceğin dünyasında zayıf düşmeye, yok olmaya mahkûmsunuz demektir. Onun için ne yapacağız da en iyisini yapacağız. “A, bu bütçe iyidir.” Ya bu bütçenin iyi olması yetmez, bu bütçenin dünyanın diğer ülkeleri içerisinde en iyi bütçe olması lazım. En iyisi değilse iyilik sizi kurtarmaz. En iyisini yapanlar sizi ezer, geçerler. Fabrikalarınız işlemez olur, gençleriniz işsiz kalır, hayat standardınız sürekli düşer, dış siyasette sürekli konuşur, kükrersiniz, etkin olamazsınız. Onun için en iyiyi nasıl yakalayacağız? Bireysel akılla en iyisi yakalanmaz. En iyiyi bulabilmek için mümkün olduğunca daha çok aklı karar süreçlerine, en azından tartışma süreçlerine etkin bir şekilde dâhil etmek lazım. Bakın, dünya tarihini okuduğunuz zaman bu görülür. Günümüze gelinceye kadar Çin hariç bütün medeniyetler, dünyanın büyük “top” zirve medeniyetleri Akdeniz havzasında kurulmuştur. Çünkü Akdeniz geniş bir havzadır, deniz ulaşımı yoluyla hem bilgi birikiminin fazla temerküz ettiği bir yerdir hem pazar olarak daha geniş bir alanı ifade ettiği için. Günümüzdeyse, tüm dünya pazar hâline gelmiş ama bu pazarda etkili olabilmenin yolu en iyisini bulabilmekten geçmektedir.
    Bakın, elimde bir kitap var Cambridge Üniversitesi tarafından basılmış “Explaining Long-Term Economic Change” diyor. Yani uzun dönem ekonomik değişimin açıklanması. İnce bir kitap ama bu kitabın özelliği şu: Ne kadar iktisatçı, iktisat tarihçisi, sosyal bilimci varsa uzun dönemde bir bölgede, bir ülkede ekonominin gelişimini belirleyen determinantların ne olduğuyla ilgili çalışma yapmış; bütün bu iktisatçıların, sosyal bilimcilerin, tarihçilerin görüşlerini bu kitapta özetlemiş.
    Uzun vadede bütün bilim adamlarının oluşturduğu dört beş kavram var. Gelişimin, büyümenin, güçlü ülke olmanın belirleyicileri olarak ya doğal kaynaklar, o ülkenin doğal kaynakları etkili olmuştur -eski uygarlıkları açıklayan bir takım iktisatçılar bunu söylerler- ya da nüfus, bir ülkenin nüfusu hem kemiyet hem keyfiyet açısından önemlidir. Üçüncüsü: Teknoloji ve bilim, bir ülkede, bir bölgede teknoloji ve bilimin gelişmişlik düzeyi. Bunu pek çok iktisatçı da ön plana çıkarmıştır. Ve bunun dışında kurumlar, bir ülkedeki kurumlar. Sadece devlet kurumları değil, din de o ülkedeki kurumlardan biridir, örf ve adetler de o ülkedeki kurumlardan biridir. Buna bir beşinci belirleyici etken eklenmiş: Piyasa. O ülkedeki piyasa koşulları nasıl? Ama piyasayı da kurumlar içerisinde değerlendirecek olursak 4 şey söylüyor. Bu söylediğimiz 4 şeyden doğal kaynaklar ve teknoloji, insan ve kurumlar tarafından tetiklendiği sürece anlam ifade ederler, gelişirler, potansiyel sağlarlar. O hâlde bu ikisini de bağlı, belirleyici olarak görecek olursak burada önemli 2 kavram var; birincisi insanlar, ikincisi kurumlar. Ben, bu son yıllarda, bu ülkenin insan potansiyeliyle, kurumsal yapısının iyi işleyip işlemediğini sürekli sorguluyorum. Bu ikisi iyi işlemiyorsa bu ülkenin iyi olma ihtimali yoktur. Eğer siyasi iktidar liyakate prim vermiyor, en yüksek okullarda en yüksek puanla öğrenci alan üniversitelerin en ağır bölümlerinden en iyi dereceyle mezun olan öğrenciler işsiz kalıyor da dirsek temasında olanlar terfi basamaklarını hızla aşıyorsa, yükseliyorsa o ülkenin iflah olması mümkün değildir, inşa edilmiş olan bu kurumsal yapıda sorun var demektir veya din veya etnik farklılıklar veya parti farklılıkları bir sinerjiye dönüştürülmek yerine, ayrıştırılmaya, iç çekişmelere, potansiyelin heba edilmesine yönlendiriliyorsa o ülkenin iflah olması mümkün değildir. Topyekûn 83 milyon insanın bilgi birikimi için yarışması lazım. Sistem, başarılı olana, bilgi birikimini, dağarcığını geliştirmiş olana prim vermelidir. Eğer sistem bu primi vermiyorsa, başarılı olanı ve kendini yetiştireni daha yüksek refah seviyesine taşımıyorsa, daha iyi bir statüye ulaştırmıyorsa insanlar bilgi birikimini artırmak için çaba harcamazlar, bunun için gayret sarf etmezler “Boş verin okulu, boş verin tahsili, boş verin ilim yapmayı, dirsek temasını geliştirelim.” derler. Bu, topyekûn ülkeyi çürütecek bir şeydir, küresel rekabette de mahvedecek bir şeydir. Var mı yani? Şimdi, Hükûmetin bunu sorgulaması lazım “Bu bizde var mı?” diye. Yoksa ayrışma yapıp, seçmenin büyük bir kesimini manipüle edip iktidarımızı sürdürelim diye mi uğraşıyor? Bunun için uğraşıyorsa bu ülkenin geleceği yok demektir. Veya adalet… Adalet siyasi maksatlar için işletilir mi? Nerede var? Demokrasinin kurallarına aykırı, mevcut Anayasa’ya aykırı, Kur’an’daki onlarca ayete aykırı ama maalesef, adalet mekanizması da çökmüştür, demokratik tartışma mekanizmaları çökmüştür, yetkiler belli bir yerde temerküz etmiştir.
    Gençliğe bakıyorsunuz bu ortamda; bir tarafta kurumsal yapıda sorun var, bir tarafta insan potansiyelimizde sorun var. Bu ülkede işsizliğin en yüksek olduğu kesim gençlerdir arkadaşlar. Dünyanın en yüksek işsizliklerinden birini yaşıyoruz ve bu işsizlikte de kendi içinde en yüksek oranda işsiz kalanlar gençlerdir. Gençler içerisinde de en yüksek oranda işsiz kalanlar üniversite mezunlarıdır. Tahsili arttıkça işsiz kalma ihtimali artıyor insanların ya, böyle bir ülke olur mu? Tahsiliniz arttıkça eziliyorsunuz. İşsizlik, sadece bir gelir elde etme anlamına gelmiyor ki veya iş sahibi olmak; moral ve motivasyonunu, enerjisini, birikimini ülke için harcama iradesini de ortaya çıkaran bir şeydir. Böyle bir yapıda geldiğimiz noktada hem insan unsurunun çürütülmeye çalışıldığı hem kurumsal yapının ve değerlerin tasfiye edilmeye, yok edilmeye, ezilmeye yöneldiği bir süreci maalesef yaşıyoruz. Bunu aşmak için ne yapacağımızı konuşmak zorundayız. “Her şey iyidir.” diyebilir misiniz? Diyemezsiniz. Ben bakıyorum millî gelire, ne kadar büyümüşüz, dünya nereye gidiyor biz nereye gidiyoruz diye. Bir ara “Dünyanın 15 büyük ekonomisinden biri olacağız.” hedef buydu. Hâlbuki 80’li yıllarda Türkiye, dünyanın en büyük 15’inci ekonomisi olmuştur, 90’lı yıllarda da olduğu dönemler vardır ama 15’inci büyük ekonomi olmak yeter mi? Yetmez. Ben, dünyada nüfus sıralamasına baktım, Türkiye zaten şu anda dünyada nüfus sıralamasında 15’inci sırada. Eğer “Türkiye, dünyanın 15’inci büyük ekonomisi.” derseniz yani, hiç ekstra bir performansı yok demektir.
    İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) – Nüfusa göre mi olacak?
    ABDÜLLATİF ŞENER (Konya) – E tabii, millî gelir öyle, nüfusa göre. Sizin nüfusunuz fazlaysa doğal olarak millî gelirinizin fazla olması lazım, eşit üretkenlik koşuluyla. Ama asıl üretken nüfus, genç nüfus. Muhtemeldir ki genç nüfus itibarıyla sıralama yapsanız, dünyada ilk 15’ten de daha aşağılarda bir yerdeyiz, belki ilk 12’deyiz, belki ilk 13’teyiz.
    E şimdi, ekonomi gelmiş, dünyada 19’uncu sırada mı, 20’nci sıraya mı düşecek onu tartışıyoruz ya! Demek ki bu ülkenin ekonomik performansı iyi değil, dünya ölçeğinde iyi değil. “Dünya bizden daha fazla gelişiyor, dünya bizden daha fazla atak yapıyor, daha fazla gelişiyor, daha fazla üretiyor, daha güçlü rekabet yapıyor.” demek bu ülkenin gelecek yirmi yılı yoktur demektir, yok!
    Bakın, millî gelir rakamlarını karşılaştırırken 2002’yi baz almak Hükûmetin modası hâline gelmiştir. Ya, 2002’den önce 2 tane kriz yedi bu memleket: Biri, 99 Marmara depremi, bütün sanayi bölgeleri çöktü -ikincisi, bu pandemiyle de kıyaslanmayacak kadar büyük bir vahşetti, ekonomik açıdan- ikincisi de 2001 krizi. Bakın, hep 2002’deki 3.581 dolarlık kişi başına geliri baz alarak konuşuyor Hükûmet. 1998 yılında bu ülkede kişi başına millî gelir kaçtı biliyor musunuz? 4.442 dolardı. Baktım, Sayın Cumhurbaşkanlığının bu seneki Cumhurbaşkanlığı yıllık programına, geriye doğru küçük bir revize yapmışlar, 3 dolar artırmışlar 98’in kişi başı millî gelirini, 4.445 dolar olmuş. Bu ne demektir biliyor musunuz? “Türkiye potansiyelini kullanamıyor.” demektir, günümüz rakamlarına baktığımızda. Şu anda 2020 yılı itibarıyla kişi başı millî gelir 8.381 dolar. Yani, 98 yılının 2 katı değil. Peki, 98’de 4.442 dolar olan kişi başı gelir, normal potansiyeli içerisinde gelişseydi bugün kaç lira olması lazımdı biliyor musunuz? Türkiye, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren hatta çok partili siyasi hayata girdiği günden bugüne kadar ortalama yüzde 5 büyümüştür. Yüzde 5 büyümeyi baz alsanız: (1+0,05)22×100 formülüyle yani yirmi iki sene sonra bugün sadece standart, Türkiye’nin seksen yıllık, yüzde 5’lik yıllık ortalama büyüme hızıyla normal gelmiş olsa bugün kişi başı millî gelirin 12.970 dolar olması lazım arkadaşlar.
    Türkiye’nin potansiyeli mahvolmuş. Biz, destan yazan konuşmalar yapmaktan başka hiçbir şey yapmıyoruz, olmaz böyle! Bütün rakamlar felaket, Hükûmetin kendi içinde ürettiği rakamlar da felaket. Üstelik, bakın, 2008 yılında millî gelir hesaplarında revizyon yapılmıştır ve 2008 yılında millî gelir hesapları yüzde 31 artırılmıştır. 2016 yılında millî gelir hesaplarında revizyon yapılmıştır ve bu revizyon sonrasında millî gelir yüzde 7 ila 10 arasında artırılmıştır. 2008 ve 2016 revizyonlarında millî gelir hesaplama yöntemiyle yüzde 31’lik ve yüzde 7’lik artış yapılırken geçmişe doğru yansıtılırken de geçmiş rakamlar bastırılmıştır. Eski TÜİK Başkanlarından birisiyle bu hesapları konuşmuştum “Maalesef, veriler geçmişe doğru yansıtılmasına imkân sağlamadığı için bu artışların geçmişe yansıması çok düşük düzeyde kalmıştır.” dedir. Yani dünkü rakamlarla bugünkü rakamları kıyaslayabilecek bir imkânı da ortadan kaldırılmış bir hükûmetten bahsediyorum. Kendi dönemini süslemek için geçmişle bağını koparıyor ama kendi içinde baktığımız zaman da rakamlarda büyük felaket var. Nedir o felaket? Bakın, 2008 yılında toplam millî gelir 776 milyar dolar; şimdi kaç? 702 milyar dolar veya “Bu sene pandemi vardı.” derseniz, bir önceki yılı alayım, 2019 yılı 761 milyar dolar. 2019 yılı millî gelir, gayrisafi yurt içi hasıla 2008 yılından daha az arkadaşlar, 2020 yine daha az, 2021 yine 2008 rakamından daha az olacak. Kişi başına millî gelire bakıyoruz, kişi başına millî gelir de aynı şekilde on iki yıl önceki düzeyin altında. Ya, bir ekonomi on iki yıl önceki düzeyin altında olur mu kardeşim, aynı dönemde aynı hükûmet, aynı iktidar iş başında olduğu hâlde? Yani burada bir sorun var. Burada bir sorun olduğunu konuşmayalım mı? Hesaplama yöntemlerini sürekli değiştirdiğiniz hâlde peşinden yetişemiyorsunuz, burada bir sorun yok mu?
    2014 yılıydı galiba Onuncu Kalkınma Planı. Onuncu Kalkınma Planı’nda “2023 hedefleri” diyor Hükûmet, 2 trilyon dolarlık millî gelirden bahsediyor. Bakın, 2 trilyonu unuttuk 2023’te, yeni orta vadeli programda diyor ki: “875 milyar dolar olacak.” Yarısından daha az. Ne olacaktı? Kriz önceki rakama baktığında da olma imkânı yok.
    Bakın, daha geçen sene, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız On Birinci Kalkınma Planını sundular, burada görüştük. On Birinci Kalkınma Planı’nda da 2023 hedefi olarak -o zaman pandemi falan da yok tabii- 1 trilyon 80 milyar dolar olarak belirlemiş. Onuncu Kalkınma Planı’nda 2 trilyon dolar, On Birinci Kalkınma Planı’nda 1 trilyon 80 milyar dolar olarak belirlenmiş. Yani kendi içinde zaten yarı yarıya düşürülmüş.
    (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
    OTURUM BAŞKANI ABDULLAH NEJAT KOÇER – Sayın Şener, normal sürenizi iki dakika geçirdiniz, ben size ek süre veriyorum.
    Sayın Şener, buyurun.
    ABDÜLLATİF ŞENER (Konya) – Bitirmek üzereyim Sayın Başkan.
    Onuncu Kalkınma Planı’nda “2023’te kişi başına millî gelir 25 bin dolar olacak.” denmiş arkadaşlar, Hükûmet şimdi 10 bin dolar hedefliyor ama On Birinci Kalkınma Planı’nda da Onuncu Kalkınma Planı’ndaki rakamı yarıya indirmiş “12.484 dolar olacak.” demiş, onu da tutturamıyoruz şimdi, verilen orta vadeli programa göre o da tutmuyor.
    İşsizlik “Onuncu Plan’da yüzde 5 olacak.” denilmiş. Şimdi, işsizlik rakamına bakıyoruz, yüzde 11 olacak 2013’te diyor. Hiçbir rakam… Rakamlarla oynanıyor, hesap yöntemleri değiştiriliyor, mümkün olduğunca düşük gösterilmeye çalışılıyor ama buna rağmen dikiş tutmayan, küresel rekabete hazırlıksız ve donanımını küresel rekabete uygun oluşturmayan, sadece içeriye hitap eden, sadece iktidarını sürdürmeye çalışan bir hükûmet görüntüsü var.
    Söylediğim şeyi bir daha tekrar edeyim, 2002’de bu parti tek başına iktidara geldiğinde ben, yürütme kurulunda arkadaşlara dedim: “Yeni kurulan bir partinin iktidar olarak başlaması yanlış olmuştur, keşke muhalefetten başlasaydık, muhalefetten iktidarın nasıl olacağı, muhalefetin nasıl olacağı, devlet çarkının nasıl döndüğünü görse tüm kadrolar ondan sonra iktidara gelse iyi olurdu.” Bugünkü görüşüm de şudur: Bu on sekiz yıllık iktidar döneminden sonra muhalefeti görmeyen bu partinin muhalefete ihtiyacı vardır; nefis muhasebesi yapmak için, hesaba çekilmeden önce nefislerini hesaba çekmesi için bu iktidarın muhalefete ihtiyacı vardır. Sizin iyiliğinize de ülkenin iyiliğine de, hep beraber gelin bu iyiliği gerçekleştirelim. Bütçemiz de iyi olsun.
    Saygılar sunuyorum.

next post

Related Posts

17.11.2020 tarihli PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU

17 Kasım 2020

28.10.2020 tarihli PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU

28 Ekim 2020

İLETİŞİM

Telefon: +90 (312) 420 60 52 +90 (312) 420 60 53
Faks: +90 (312) 420 23 11
Email : abdullatif.sener@tbmm.gov.tr

SİTEMİZ TEST AŞAMASINDADIR

Copyright © 2020 Tüm hakları saklıdır.
www.abdullatifsener.com.tr üzerinde yer alan materyaller izinsiz kullanılamaz.