
Sona Doğru Osmanlı
Önsöz :
Yoğun bir akademik çalışma döneminin ardından, 1991 seçimleri ile parlamentoya girdim. Ara vermeksizin halen siyasete devam ediyorum. Tercihimin doğru olup-olmadığını sorgulamayı da gereksiz görüyorum. Siyasetin sağladığı kazanımlar da var elbette. En azından hayata ve dünyaya bakış açımı, olayları sorgulama biçimimi derinden etkilemiştir. Ancak tamamlamayı düşündüğüm pek çok çalışma yarıda kalmıştır. Her şeyin bir alternatif maliyeti var. Benim için siyasetin alternatif maliyeti akademik çalışmalardan uzaklaşmak olmuştur. Eğer siyasete adım atmasaydım bu kez de siyasetteki kazanımlarım olmayacak, bu kazanımlar akademik çalışmalarımın maliyeti olarak görülecekti.
Siyasetin yorgunluğu arasında, yıllar önce hocalığını yaptığım, İktisat Tarihi derslerimin meraklı ve çalışkan öğrencisi Dr. Hüseyin AL, bazı makalelerimi kitaplaştırmayı düşündüklerini söyleyince büyük bir heyecan duydum. Bu öneri, yıllar önce halkalarını henüz tamamlayamadan yarıda bıraktığım bir çalışmanın dağınık parçalarını bir araya getirmeyi amaçlıyordu.
Tanzimat Dönemi Osmanlı Vergi Sistemini (1839-1876) doktora konusu olarak çalışmıştım. Konuyu hocam Prof. Dr. Oğuz OYAN önermişti. Ayrıca çalışmalarıma büyük destek olmuştu, kendisine minnettarım. Tez çalışmam yayımlandı. (İşaret Yayın evi, 1990), okuyucuya ulaştı. Ancak konuya ve döneme noktayı koyup, kapatmayı düşünmüyordum. Daha sonraki çalışmalarımda 1876’da bıraktığım tezi günümüze kadar getirmeyi, bunun da ötesinde ”vergi sisteminin” dışına taşımayı düşünüyordum. Özellikle Cumhuriyet öncesi dönemi ekonomik, siyasi, sosyal ve düşünsel bir değişim çizgisi içerisinde çok yönlü bir çalışmayla tamamlamayı hedefliyordum. Bir değişim dönemine ait gelişmeleri, bilimsel verilerle tamamlayabilmek için bıkıp usanmadan araştırma yapmak, test etmek, yorumlar yapmak gerektiğinin farkındaydım. Bu çizgi üzerinde daha ne kadar yürüyecek, yeni konulara ne zaman geçecektim bilemiyordum. Ama yazdığım teze ilave olarak yaptığım bazı çalışmalarım değişik yerlerde yayımlandı. Bunlar arasında Osmanlı Mali Düşüncesinin Çağdaşlaşması ve İttihat ve Terraki Cemiyetinin İktisadi ve Mali Politikaları emek harcadığım çalışmalardır.
Bunlara ilave olarak, daha önce yayımlanan kitabımda ele aldığım bazı bölümleri içeren diğer makalelerle birlikte, bu kitap ortaya çıkmıştır. Böylece Tazminat’tan Cumhuriyete uzanan bir değişim dönemi ana çizgileriyle anlatılmış olmaktadır.
Çalışmalarımın temel kaynakları, inceleme konusu olan dönemi ait kitaplar, süreli yayınlar ve arşiv belgeleridir. Araştırmaları açısından arşivler, büyük bir doküman zenginliği sunmaktadır. Ancak Osmanlı Arşivlerinde mevcut tüm defter ve belgeler henüz tansif edilmemiş , araştırmacıların yararlanmasına açılmamıştır. Her gün yeni tansifler ve yeni belgeler çalışma alanlarını genişletmekte, daha isabetli, daha detay fotoğraflar çekebilme imkanı sunmaktadır. Bu kitapta yer alan makaleler ise, son on beş-yirmi yıldır tansifi yapılan yeni arşiv belgeleriyle test edilip zenginleştirilmemiştir. Örneğin, Tazminat Maliyesi açısından çok önemli bir kaynak olan Temettü-at Defterleri, çalışmalarım sırasında henüz tansif edilmemiş ve araştırmacılara açılmamıştı. Yine de bu kitapta yer alan makalelerin Tanzimat’tan Cumhuriyete giden zaman dilimiyle ilgili önemli bilgiler içerdiğini ve ilgililere yeni açılımlar sunabileceğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Bilimsel çalışmalarımla baş başa kaldığımda iki zorluğu birlikte hissettim. Akademik çalışma yapan biri olarak kendi zorluklarım. Yani işin sübjektif yanı. Diğeri ise ele aldığım değişim dönemi bağlamında değişim serüvenini yaşayanların paylaştıkları zorluk.
Uzatmayacağım… Akademik çalışmaların ürünlerini devşirmek, zor ve yorucudur. Emek ister, sabır ister. Yıllarını vakfedersiniz, bazen ömrünüzü. Ve kimleri ve neleri ihmal etmezsiniz ki… Envanterini çıkarmak imkansız.
Bir değişim dönemini inceliyorsanız, değişime konu olan objeler bağlamında büyük zorluklar olduğunu da hissedersiniz. Düne bugünde baktığınızda, dünü kendi koşulları içinde değerlendiremiyorsanız bazı dirençleri anlamakta zorluk çekersiniz. Kolay ve keskin eleştiriler yöneltirsiniz geçmişe. Dünü kendi koşulları içinde algılama yeteneğiniz geliştikçe ne büyük zorlukların olduğunu düşünmeye başlarsınız. Ve değişimin önündeki en büyük engel, değişmesi gereken sisteme karşı toplumun duyduğu güvendir. Osmanlı bunun en belirgin örneğidir. Gayri Safi Milli Hasılanın hemen tamamına yakınını sağlayan tarım sektörü güçlü bir örgütlenmeyle düzene sokulmuş, her fetih sonrası arazi tahrirleri yapılmış, geleneksel yapıların yerine tımar sistemi yerleştirilmiş, ekonomik, sosyal ve askeri fonksiyonlarla donatılmış; kentler, ticaret ve sanayi loncalar etrafında örgütlenmiş, meslekler, ihtiyaçlar ve üretim dengeleri kurulmuş; saray bürokrasisi farklı bir çerçevede kurumsallaştırılmıştır. Tüm bunların sonunda ortaya yerküre üzerindeki tarihin en güçlü devletlerinden biri çıkmıştır. Milyonlarca km² üzerinde hükümran bir Devlet-i Aliye… Ne olduysa bu noktada olmuştur. Küreselleşmenin birinci evresi başlamıştır. 1492’den 1800’e kadar yer küre üzerinde bilinmeyen kıtalar bilinir, aşılamayan okyanuslar aşılır olmuştur. Ticaret yolları ve vasıtaları, ticarete konu mallar ve madenlerde tür ve hacim olarak büyük değişiklikler yaşanmıştır. Osmanlı sistemi ise dış şokların etkisinde, bazen değişimin önünde koyduğu tabloyu gücüyle bağlantılı yorumlamıştır. Yavuz Sultan Selim’in, belki de Piri Reis’in haritasını görünce bir padişaha yetmeyecek kadar küçükmüş” deyişi gibi… Ama daha çok kendi sistemine duyduğu güven, geleneksel Osmanlı kurumlarının tekrar klasik dönemdeki haline getirilmesi, tımar sisteminin tekrar eski haliyle ihya edilmesi gibi geçmişteki şanlı günlere geri dönüş tezlerini reform çalışmalarının merkezi haline getirmiştir. Osmanlının kendi sistemine duyduğu güven, geçmişi ihya etmenin çözüm olmayacağını anlamayı güçleştirmiş ve geciktirmiştir. Sistemin top yekün kurumlarıyla birlikte değiştirilmesinden başka çare kalmadığı anlaşıldıktan sonra ise, yine söz konusu güven nedeniyle yenileşme çabaları, eski kurumların tasfiyesi yenilerinin oluşturulması, asırlık bir mücadele dönemi yaşanmasına yol açmıştır. Tarihimizdeki köklü reformların arkasında uzun bir geçmiş vardır. Devlet ve kurumların yetkilerine yönelik Anayasal sınırlamalar, demokratik kurumların oluşması, hukuk reformu, toprakta özel mülkiyet, sermaye birikiminin oluşması, hukuk reformu, toprakta özel mülkiyet, sermaye birikiminin oluşturulması, sanayileşme çabaları, hatta kullanılan takvimin değiştirilmesi ve Latin alfabesine geçiş gibi konular bile asırlık tartışmaların ve denemelerin ardından vücut bulmuştur.
Bir başka nokta ise, tarihimizde kaybeden tarafın değişimin maliyetini olması gerekenden daha ağır bir faturayla ödemesidir. Buradaki kastım belki toplumsal maliyeti anlatmıyor, birilerinin bireysel kayıplarını anlatıyor. Ama yinede üzerinde düşünmeye değer. Son imparator filmini izlediğim zaman hep şu mukayeseyi yapmıştım: Son Çin imparatoru, komünist rejimin gelişiyle birlikte yaşama hakkını kaybetmiyor. Sınıf ayrıcalıklarını kaldıran yeni rejim, eski İmparatora kendi sarayında bahçıvanlık yapmak imkanı tanıyor ve hayatının sonuna kadar orada diğer Çinlilerin sahip olduğu haklarla yaşıyor. İngiliz Krallığı da demokrasinin gelişimiyle yok olmuyor. Fransız İhtilali sonrasında giyotinle kesilen başlar, değişen dönemlerin ardından bizde kurulan siyasi dar ağaçları oralarda yok. Toplumsal refleksler, belki siyasi gelenekler farklı…
Zor veya kolay, sert veya yumuşak her değişim sürecinin kendince bir serüveni vardır. Bu serüveni incelemeye koyulduğunuzda, araştırmacı olarak kendinizi yaşamadığınız bir maceranın içinde hissedersiniz. Üzüldüğünüz demler de haz duyduğunuz anlar da olur. Yaşanan senaryoları keşkelerle yüklü olarak yeninden kurguladıklarınızda… Hepsinden öte çalışmalarınızı tamamlayıp, eserleriniz ortaya çıktığında, hayatınızı tüketirken ürettiğinizin coşkusunu yaşarsınız.
Bu satırları yazarken bile, siyasetin galaksisinde, akademik hayatın galaksisine geçmiş, farklı bir dünyaya adım atmış gibiyim.
Bu çalışmaların ilgililer açısından yararlı olmasını dilerken, tüm emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
Ankara, 20.09.2006
Abdüllatif Şener